Bir Sayfa Seçin

O gün restorana giderken yolda karşılaşmışlardı. Birbirine kaynaşmıştı kanları hızlıca.

Soğuktan kızarmış tatlı dudakları, sarı saçları, tatlı güler yüzü, bir de çiçek renklerinde elbisesi vardı üzerinde kadının. Güzel ve sevimliydi. Oğlanın üstü başı eski püskü de olsa, giydiklerini sevdiği, onları yadırgamadan bir madalya gibi taşımasından belliydi. Alnındaki her bir çizgi ve üzerindeki her yırtık bir anıydı.

O  ayrı ayrı gittikleri, ama birlikte vardıkları restorandaki masaya oturdular. Yuvarlak masada bir şişe şarap, uzunca bir mum, bir kalem ve iki küçük kağıt bulunuyordu. Sipariş vermek için garsonu beklemediler. Çünkü bu restoranda yemek işi tamamen onlarla ilgiliydi ve onlara aitti. Kendilerini anlatan yemekleri masadaki kağıtlara sırayla yazdılar. Garson kağıtları topladı ve servise hazırlanmak için mutfağa yöneldi.

Garson kağıtlara bir göz attı, prensipleri gereği mutfakta pek bunu yapmazdı ama kanatlarından biri kaşınmıştı. Sırtına uzanıp kaşıdı. Ardından sırtına yük olmuş ok ve yayı çıkarttı, portmantoya astı. Hafifçe gülümsedi. Keyifle dans ederek tabaklara özenle sıcak ve soğuk yemekleri, salataları, sebzeleri, tatlıları dizmeye başladı. O sırada adam ve kadın birbirine bakıyor, konuşuyor, birbirlerini tanımaya çalışıyordu. Garson içeride tabakları dizerken kendi kendine homurdanarak söylendi:
– “Bari birisinde meze de olsa iyiydi… Ama rakı yok tabi, öyle rakısız gitmezdi hiç. Bu sefer böyle olsun bakalım…” dedi ve kafasını hafifçe sallayarak bir sonraki buluşmadan umutlanmakla kaldı ve durumu kabullendi.

Masaya yemekleri getirdi. Adamın siparişlerini kadının önüne, kadının siparişlerini adamın önüne kibarca koydu. Ve pembe şarap servisi yaptı ince kadehlere. Gözler kadehlere doğruldu, narin eller uzandı ve kavradı. Sonra göz göze geldiler. Kollar birbirine uzandı ve kadehler de birbirine dokundu, sonra gözler tekrar birbirine derken eller ve kadehler uzaklaştı, dudaklara yaklaştı yavaşça, dudaklar kadehe uzandı, şarap dudaklara…

Daha önce de gelmişlerdi bu restorana, masanın karşısında başkaları, başka aşkları vardı. Düşünmediler. Birbirlerini yemeye başladılar tabaklardan. Adam acılardan başladı. Tatlıları sona bırakmayı severdi. Bunu yaparken hep doğru mu yanlış mı yaptığını sorgulardı. O yüzden biraz acılardan, biraz tatlılardan yemeye başladı. Düsturu dengeli gitmek yönündeydi. Kadın tatlılarla başladı, tatlılar başını döndürdü, şekerin şarapla buluştuğu yerde her şey toz pembe oluverdi. Gözünü açtığında tabakta kalanlar sadece acıydı.

Adam masadan kadının şaşkın bakışları içinde, kadının önünden acı dolu alarak tüm kafa karışıklığıyla ayrıldığında, artık her şeyin onun için değiştiğini ve eskisi gibi olamayacağını keşfetti, sonra kendine “zaten hep öyle olmaz mı ki?” dedi. Evet olurdu. Ama bu kez kabul etmesini engelleyen bir şeyler vardı. Artık değişen o şeyler, bir şeylerin eskisi gibi gitmesine engel oluyordu sanki. Elindeki içi acı dolu tabakla, tam iki odanın arasında kalan holde biraz bekledi. Önündeki pencereye döndüğünde karşısında yükselen dolunayı fark etti ve düşüncelere daldı.

“Doğumlar hep can yakar, acı verir ve kanlıdırlar,
Kanlıdırlar, dolunay gibi, denizin içinden yükselene dek göremezsin geceyi,
Sadece seni hayaller peşinde koşturan yıldızlar vardır o gelene kadar,
Sonra ay yükselir ve ışığı göğe yayılır,
Yıldızlar silikleşir,
Bulutlar belirginleşir,
Ve çılgınca bir hızla hareket ederek şekil değiştirirler,
Saniyeler içinde gördüklerin hiç durmadan değişir,
Değişimi görmeye alışmaya çalışırsın,
Ama takip edebileceğinden çok daha hızlı olduğunu farkedersin, ve dinlenmeye karar verirsin. Doğumlar acı ve kanlı olur.” dedi kendine, sessizce, inlemeyle fısıldama arasında bir tonda. O an, kendindeki değişimin bulutlardaki kadar yoğun, hızlı ve takip edilemez olduğunu fark etti. Hâl böyle olduğunda, içinde yaşadığı ve yaşattığı doğum da herkes için acı ve kanlı olmuştu. Holde biraz daha bekledi.

“Bir tarafım toprağa, yerin altına; bir tarafım arşa, göğe, fezâya çıkmak istiyor.” dedi.
Düşüncelerini toparlamaya çalıştı ve dinlenmeye karar verip gülümsedi, bu meseleyi bitirmek istercesine tabağında kalan acıları, acılarını bir bir yemeye başladı. Tabak bittiğinde artık kendini daha iyi tanıyordu. Acı ve gözyaşı içinde restoranın kapısına yöneldi.

Yazar “bu hikayeyi artık bitirmem gerek” diyerek tütününü söndürdü ve masadan kalktı.
Not: Tütün sönmekte direndi.


Kendine Yabancılaş(ma), Kendine Uzaklaş(ma)


Görsel: Psyche ve Cupid – 4. Yüzyıl – Antakya Arkeoloji Müzesi
Müzik: Fazıl Say & Serenad Bağcan – Masalların Masalı / Nazım Hikmet

Blacklight
Latest posts by Blacklight (see all)